Ömer Madra: TEPAV’ın Mali İzleme Raporu üzerinden ekonomik durumu değerlendirmeyi planlamıştık, ama ondan önce bu sabah okuduğumuz bir haber hakkında bir soru sormak istiyoruz. Britanya’da son kriz durumuyla ilgili olarak kamulaştırılan Northern Rock bankası meselesini sormak istiyorduz, birden nasıl kamulaştırılma kararı alındı diye. Bugünkü Guardian’da da çok ciddi bir skandal haberi vardı. Bankanın 80 milyar dolarlık bir kısmını, en iyi morgagelarını kamulaştırmanın dışında bırakıp, bir off-shore firmasına, Granit firmasına bırakıldığına dair bir haber. Bunu nasıl yorumluyoruz kapitalizmin mantığı içinde?
Hasan Ersel: Bu bütün krizlerde karşılaşılan bir şey. Krize düşen ve kendisini toparlayamayacak olan bir mali kuruluşu ne yapmalı? Kendisini toparlamasını beklemek olacak iş değil, çünkü itibarını kaybetmiş. Sermaye koyarsınız, ama millet yine gidip parasını çekecek, iş yapamayacak, yaşaması olasılığı sıfır. Bir özel kuruluştan bunu devralmasını istemek olanaklı. Japonya’da yapılmış, böyle bir kriz nedeniyle değil, başka nedenlerle, fakat üzerine para vermişler. Yani hükümet diyor ki “al sana şu kadar para, bunu adam et”, o da “peki” diyor. Bu bir çözüm olabilir, ama bunu isteyen de olmayabilir. Çünkü niye bir başka bankayı alıp onu yeniden yapılandıracaksınız? Uğraşacaksınız, oradaki insanların kimini işten çıkaracaksınız, tatsız birşey. Onun için özel sektörden buna talip çıkmayabilir. İster istemez geriye bu tür bir kuruluşu alıp devletin büyüklüğü içinde eritip, ortadan kaldırmak kalıyor. Ama ortadan kaldırırken oradaki hesapların sahiplerine haklarını vermek gerek.
Bu bankanın işlemleri arasında ayrıştırılabilir olanlar varsa, ve onlardan bazıları yürüyorsa ve onları devlete aktarmak da o işleri yapanların, hesapları olanların vs. canını sıkacak veya hoşlanmadıkları bir duruma yol açacaksa, onları özel elde bırakmak mantıklı olabilir. Bu olayda da böyle yapılmış. “Bu bankanın anlaşılan artık ayakta durması mümkün değil, biz buna el koyuyoruz” denmiş. Bu bize yabancı bir şey değil, ülkemizde bir süre önce oldu bunlar.
ÖM: Evet, gayet dramatik, beklenmedik bir açıklama olarak yapıldı, meclisten de Hazine Bakanı Alistair Darling uzun uzun anlattı gerekçelerini.
HE: Yanlış anlamadıysam devletleştirilmeyen kısmı off-shore’muş değil mi?
ÖM: Evet ve Bakan bundan hiç bahsetmemişti, o çok tuhaf.
HE: Tabii hukuki yapıyı bilmiyorum, tamamen ayrı bir kurumsal kimlik olabilir. Dolayısıyla bir kuruma el koymak ötekini ilgilendirmiyor olabilir.
ÖM: Ama eski hazine bakanı mesela çok şaşırmış ve bazı bakanlar da, eski bakanlar da, “nasıl oldu bu, nasıl açıklanmaz, nasıl bir ilişki var Granit şirketiyle Northern Rock arasında” demişler.
HE: Aradaki ilişki çok önemli. örneğin %100 sahibi olması, büyük ortak olması, sadece bir ortak olması farklı şeyler. Ben aslında off-shore olmasına takıldım daha çok. Off-shore demek, parasını İngiltere’de tutmak istemeyenlerin para yatırdığı bir yer demek. Bunun bir sebebi vardır herhalde? Bu sebep illaki vergi kaçırmak ya da kötü bir niyet olmayabilir, mühim değil ne olduğu, ama bir nedeni var ki sistem içinde değil sistemin dışında bir yerde tutmak istiyor bu insanlar paralarını. Örneğin daha çok faiz kazanacaklar. Bu durumda bir müdahale yeni bir huzursuzluk dalgası çıkarabilirdi. Fakat bir de devlet müdahale etmeyince ortaya çıkan duruma bakalım. Etmezse ne olur? Zarar kamulaştırılmış, topluma mal edilmiş oldu; kâr ise bireysel kaldı. Bu bana çok yabancı gelmiyor, ama ters geliyor. Benim gördüğüm her büyük krizde ve hatta kriz olmayan durumlarda bile, bizim gibi ülkelerde bir kural vardır; zararlar toplumsallaştırılır. Kamu durup dururken açık vermedi Türkiye’de 1980-90’larda; özel sektörün fazla verebilmesi için verdi. Bazı işleri üstlendi. Hiç hata yok anlamında söylemiyorum tabii, bir kısmı da yapılan hatalar yüzünden oldu. Buna karşılık kârlar ise mümkün olduğu kadar bireyde tutuluyor. Yani zararın toplumsal, kârın bireysel olduğu bir sistem. İngiltere’de yapılan da bu.
Şu denebilir; “toplumsal açıdan daha büyük bir zararın oluşmaması için bunun yapılması doğaldı ve gerekliydi”. Bu bir savunma olabilir, ama “bu işte de bir adaletsizlik yok mu?” diye sormaz mı insan. Bana da öyle geliyor, bir gariplik var bu işte.
ÖM: Bir de şeffaflık açısından da bir problem var galiba?
HE: O konu çok önemli. Bakanın açıklamasında bundan hiç söz etmemesini bizim ülkemizde sık sık rastladığımız türden birşey, ama bizim ülkemizde dahi rastladığımızda şiddetle tepki verdiğimiz türden birşey. Bunun İngiltere gibi demokrasi deneyimi çok uzun olan bir ülkede olması gerçekten hayret verici.
ÖM: Avam Kamarası’nda ne kadar doğrudur muhalefet lideri muhafazakârlardan David Cameron “Fidel Kastro’dan bile daha az şeffaf” demiş, bu benzetme tartışılır tabii.
HE: Fidel Castro da çok mu kapalıydı acaba?
ÖM: Onu bilmiyorum, ama burada çok ciddi bir şeffaflık problemi ortaya çıkıyor.
HE: O açıdan hiç kuşku yok.
ÖM: Bazı başka muhalefet milletvekilleri, “ bu konu açıklığa kavuşturulmadan, soruşturulmadan, bu devletleştirme programı asla yürüyemez” demişler, bakalım göreceğiz, ilginç.
HE: Çok haklılar. Tüm bağıntılar açıklanmalı, devletleştirme gerekçeleriyle birlikte açıklanmalıydı. Bunun açıklanmamış olması hakikaten garip.
ÖM: Buradan da şeffaflık üzerinden ortak bir noktası bulabileceğimiz bir başka konuya geçelim; TEPAV’ın Mali İzleme Raporu’nu konuşalım.
HE: Önce şunu söyleyeyim; benim bu raporla bir ilgim yok, ama ben TEPAV’ın mütevelli heyeti üyesiyim. Dayısıyla biraz sapmalı olabilirim değerlendirmede.
Bu rapor rutin bir rapor. TEPAV’ın, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın bir İstikrar Enstitüsü var, kamu kesimindeki bütçe gelişmelerini sistematik olarak inceleyip bildiriyor. Bence çok hayırlı ve iyi bir iş yapıyor, öğreniyoruz bütçede ne olduğunu. Bu raporun Aralık’ta yayımlanan sonuncusunun alt başlığı benim ilgimi çekti: “2007 Aralık Ayı Sonuçları ve Bütçeden Harcama Kaçırma Yöntemleri” gibi heyecan verici bir başlık.
Bu tamamen saydamlıkla ilgili bir konu. Onun için oraya değinmek istiyorum. Raporun kalanı da ilginç. 2007 sonu itibariyle kamu dengesi ne durumda diye inceliyor. Ama onu ayrı bir programda konuşalım.
ÖM: Tamam.
HE: Merak edenler raporu TEPAV’ın web sitesinde okuyabilir.
Olay şu: Bazı harcamalar var, bu harcamalar harcama talimatı aranmadan otomatik olarak yapılıyor. Tipik bir örnek vereyim; sağlık tedavi giderleri. Diyelim ki bir kamu çalışanı rahatsızlandı, bu önceden bilinemez. Rahatsızlanınca o harcama yapılır ve yapılmak zorundadır da, çünkü sağlıkla ilgilidir. “Bütçede ödenek yok, ödenek yetti, yetmedi, gelecek sene ödeyelim” filan olmaz. Ödenir. Bunun için de bir muhasebe düzenlemesi varmış –”varmış” diyorum, çünkü ben ne olduğunu buradan öğrendim-, bir tanesi hiç ödenek olmayan durumlar, ikincisi de ödenek olan fakat ödeneğin yetmediği durumlar için. Bu konuda bir düzenleme varmış. Ödeneğin hiç olmadığı hesap hemen hemen hiç çalışmazmış, yani öyle bir durum olmuyormuş. Devletin bir ciddiyeti var, muhakkak bir ödenek koyuyor. Ama anormal bir şey çıkabilir; onun için öyle bir kalem var.
Buraya kadarı tamam. Böyle bir hesabın olması normal. burada bir miktar borç olması da normal. Ama raporda basının ilgisini çeken bu rakamın çok büyümüş olması. Fakat, bence, ondan daha önemlisi saydamlıkla ilgili kısmı. İki tane soruna değiniyor rapor, Ddiyor ki; “bu hesabın mantığına göre, bir nedenle ödenek yetmemişse, bu halledilir. O mali yıl içerisinde bu hesap kapatılır. Fakat burada bir sene sonraya devretme yolu açıldı, oysa bu hukukumuza aykırıdır. Bizim hukukumuzda bu hesap bir sene sonraya devredilemez” diyor. Bu önemli bir şey, böyle bir hatanın yapılmamış olması lazım. Yapılmadıysa da “yapılmadı, siz yanlış anladınız” diye bir açıklama gerekir.
Bir ikinci nokta daha var saydamlıkla ilgili, diyor ki “bu hesaba bile aktarılmayan, yani tahakkuk dahi ettirilmeyen yükümlülükler var.” Yani ben senden kamuya bir iş yapmanı rica ediyorum, sen o işi yapıyorsun, herşey tamam, fakat diyorum ki; “ödeneğim yok, seninle aramızda bu böyle kalsın, gelecek sene öderim.” Hiçbir kayda da geçmiyorum. Geçmesi gereken, yukarıda değindiğim kayıtlara da geçmiyorum. Bu hesaplara böyle bir kayıt yaptığınız zaman o tahakkuk etmiş bir harcama oluyor, bütçe harcamalarını ve dolayısıyla da bütçe açığını arttırıyor. Eğer bu kaydı hiç kullanmazsanız, o zaman bütçede bir izdüşümü olmuyor, bütçe harcamaları daha az görünüyor. Diyor ki bu rapor, “mizanlar da artık 2005’ten beri yayımlanmıyor, onun için ilgili kuruluşlarla temas ettik, kendimizce bir tahmin yaptık.” Tahmin sonuçlarını veriyor alt sınır üst sınır olarak. Bunlar büyücek rakamlar.
Bu noktalar beni iki nedenle çok rahatsız etti. Bütçeye iktisadi gözle bakıyorum, “ekonomi için şu etki yaratır, bu etki yaratır, iyi oldu, kötü oldu” filan diye bir şeyler söylüyorum. Bütçenin içinde rakamları doğru kabul ediyorum. Bunlarda ufak tefek hatalar olabilir. Onlar hariç, böyle saydamlık dışı bir şey olmayacağını düşünüyorum. “Bu böyle değil” denince doğrusu bu çok rahatsız edici bir olay; çünkü bütçe açığı biraz daha büyük bir rakam olsaydı, “gelecek sene düzelteceğiz” denir ve gerekli tedbirler alınırsa mesele hallolurdu. Fakat böyle bir olay olunca, insanın kafasında hep bir soru olarak kalıyor: “Acaba bu rakamlar doğru mu?” Bunu bir kere sormaya başladınız mı çok kötü oluyor. Geçmişte bu oldu, temizlenmesi yıllar sürdü. İnşallah bunda bir yanlışlık vardır; ama konuyu çok önemli görüyorum.
İkinci bir sakınca daha var, bu yaygınlaşan bir uygulama halini alıyorsa, o zaman kendinizi kamuya iş yapan bir müteahhit veya bir hizmeti satan yerine koyun, “ben bu işi yapacağım ama bana paramı zamanında ödemeyecekler” diye düşünürsünüz değil mi? O zaman ne yaparsınız? Paranızı ne kadar geç alacağınızı tahmin eder, o kadar faiz bindirirsiniz. Dolayısıyla kamunun yaptırttığı işlerin maliyetini arttıran bir sonuç çıkar. Tabii sonra da makul mu, makul olmayan bir oranda mı arttı, onu da kestirmek güçleşir. Yani sonuçta kamuyu iki nedenle fena vuran bir uygulama bu; bir taraftan güven kaybına yol açıyor, ikinci olarak da bir maliyet artışına yol açıyor.
ÖM: Epey düşündürücü bir durum.
HE: Umuyorum ki Maliye Bakanı bir açıklama yapacaktır.
ÖM: Mutlaka yapması gerekiyor.
HE: Zaten Maliye Bakanlığı dışında bunu hiçkimse düzeltemez, bir başkası çıkıp “öyle değil rakam böyledir” dese pek bir şey değişmez. Çünkü böyle bir durumu üçüncü kişilere (örneğin yabancılara) anlatmak çok zor. Diğerlerini anlatabiliyorsunuz, mesela “şunu yanlış yaptık şöyle düzelteceğiz” dediğiniz zaman saygınlık kaybı az oluyor, “keşke hata yapmasaydınız” diyebilirler, ama “fark ettik düzeltiyoruz” denildiğinde durum epeyce düzelebiliyor. Buna karşılık “bir şey yaptık iyi değildi, bir de onu sakladık” derseniz kötü oluyor.
ÖM: Hem Britanya’da hem Türkiye’de maliye bakanlıklarından açıklamalar bekleniyor.
HE: Evet.
(21 Şubat 2008 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)